20 Ocak 2013 Pazar

Uyuz Oluyorum # 14 Şubat Sevgililer Günü

Düşündüm, düşündüm ve uyuz olduğum bir başka şeyi buldum. Sevgililer günü!
Abi uyuz oluyorum, sinir oluyorum, ayar oluyorum... Öyle böyle değil; 14 Şubat romantizminin de, kusmuklu derecede mutlu ve hassas ilişkilerin de ağzını yüzünü dağıtmak istiyorum. Sevgilim olmadığı ve kıskandığım için değil, aksine hayatının iki 14 Şubat'ını sevgilisiyle geçirmiş bir kız olarak söylüyorum bunları. Sevgilin olsa hediye alma stresi, sevgilin olmasa o günü yalnız geçirecek olmanın verdiği eziklik. İki türlü de çok mal bir gün yani.

Bu aralar o kadar odunum ki sevgililer gününe kadar sevgili bulsam bile diyalogumuz şöyle olur herhalde:

Sevgili: Aşqımm 14 ŞubaTn ktLu oLsn iiki varsn iiki bnmlesn :)))))
Macska: Ok.


Ben bu kadar saçma ve para kazanmaya yönelik bir gün daha görmedim. 14 Şubat'ı kim çıkardıysa bir dolu küfür yemeyi hak ediyor. Senin yüzünden bu gereksiz günü unutan nice erkek sevgilisinden oldu, değerli bir hediye almak isteyen pek çok aşık paracıklarından oldu, en önemlisi de... ULAN ALLAHSIZ SENİN YÜZÜNDEN BİZ YALNIZLAR TRİBE GİRİYORUZ, SEVGİLİMİZİN OLMADIĞI YÜZÜMÜZE YÜZÜMÜZE VURULUYOR BEĞENDİN Mİ YAPTIĞINI????!!!!!!!
Şaka bir yana, sevgililer günü aslında bu amaçla kutlanmaya başlanılmamış.
  14 Şubat, 270 yılında Aziz Valentinus isimli rahibin kafasının uçurulmasından sonra 496'da Papa Gelasius tarafından Aziz Valentin Günü olarak ilan edilmiş. 19. yüzyıla gelindiğinde Esther Howland isimli bir şerefsizin ilk sevgililer kartını göndermesinden sonra günümüzdeki halini almış.  
Yani sizler de benim gibi kızgınsanız, Aziz Valentin'e ya da Papa Gelasius'a değil de Esther malına küfür edin. Gerçi ölmüşün arkasından küfür edilmez ya neyse... PEKİ BENİM YALNIZLIĞIM NE OLACAK??

Bakın aklıma ne geldi: Bence bu günü takvimlerden silsinler. 14 Şubat diye bir gün hiç olmasın, ya da en azından 30 Şubat gibi dört senede bir olsun. Bari üç sene kurtulalım şu illetten. Eğer bir gün diktatör olursam - benden de ne diktatör olur ya - 14 Şubat'ta sevgilisi olan herkesi fırınlara atıp yakacağım, derisini yüzüp tuzlu sularda boğacağım, hediye paketlerini kafalarında kıracağım. Biz yalnızlara tepeden ve küçümseyerek bakan tüm çiftlerden intikamımızı alacağım. 14 Şubat ki, tüm dünyanın kanayan ve kabuk tutmak bilmeyen yarası, hepimizin davasıdır artık.

SALDIRIN KOÇLAR!

19 Ocak 2013 Cumartesi

Öneri # Kısa Boylular Nasıl Giyinmeli?

Kimse boyunu, kilo almaktan ya da vermekten birine yatkın olma özelliğini, yüz güzelliğini kendisi seçemez. Bu yüzden kısa boylu olmak utanılacak bir şey değil. Evet, uzun olmak her zaman bir avantajdır özellikle Türkiye gibi boy ortalaması düşük olan bir yerde ama boy hiçbir zaman güzelliğe engel değildir. Ünlülere bakarsanız çoğunun orta boylu bile olmadığını ama giyimleriyle ve ufak tefek hilelerle bunu çok güzel bir şekilde kamufle ettiğini görürsünüz. Yani buradan çıkarmamız gereken şey: Önemli olan boyunun kısa olması değil, nasıl giyineceğini bilmek.

En nefret ettiğim şeylerden biri, benim gibi kısa boylu insanların uzun boylulara özenip yalnızca onlara yakışabilecek şeyleri giymeye çalışmaları. Olmuyor arkadaşım niye zorluyorsun, diz altı etek yakışmıyor işte, uzun bir tulumun içinde hem daha kısa hem de daha kilolu gözüküyorsun, ortalıkta diz üstü çizmeyle dolandığında herkes seninle "çizme kızı giymiş" diye dalga geçiyor. Aynı şeyleri kilolu biri, kendine iki beden küçük bir şeyin içine zar zor sığdığında kendini o bedene sahip olarak tanımlamasına karşı da hissediyorum. İnsan neyse o olduğunu kabul edecek ve ona göre giyinecek.

Evet, uzun boylu olmak bir avantaj fakat kısa boyumuzu da vücudumuza göre giyinerek kendi lehimize çevirebiliriz. 
-
Kısa boylu kızlar için en kullanışlı şeylerden biri, bacakları tamamen saran dar kotlar. Fakat bu pantolonların yakışması için giyen kişi ya 34/36 beden incecik ve düzgün bir fiziğe sahip olmalı, ya da balık etliyse güzel kalçalara sahip kıvrımlı bir vücudu olmalı. Öteki türlü kişiyi olduğundan daha kilolu ve bacakları da daha yağlı gösteriyor. Kısa boylu olduğumuz için, kilolu oluşumuz daha da göze batıyor ve giydiğimiz şey kilolu gösteriyorsa boyumuzdan da kısıyor.

Dar kotlarınızı özel ama resmi olmayan yerlere giderken spor şıklığı yakalamak istiyorsanız Shakira veya Eva Longoria gibi topuklu ayakkabı ve şık bir gömlek ya da parlak bir ceketle; günlük olarak kullanmak istiyorsanız Vanessa Hudgens ve Megan Fox gibi salaş kıyafetlerle tamamlayabilirsiniz :)

Diz üstü elbiselerden asla vazgeçmeyin. Özellikle de Demi Lovato gibi kilolu fakat bozuk vücutlu ya da şişman değilseniz; çok desenli, şatafatlı ve göz yorucu elbiselerden olabildiğince kaçının. Tek renk ve vücudu saran bir elbise sizi göz alıcı göstermeye yeter de artar bile. Kısa boylu olmanın en sevdiğim özelliği şudur: Sıradan bir kot pantolon - tişörtün içinde de, sade bir elbisenin içinde de en gösterişli halinizden daha güzel görünürsünüz. 

Elbisenin altına bot giyerek Rachel Bilson gibi günlük ve rocker bir hava yaratabilirsiniz. Özel bir davete, düğüne, nişana vb. giderken de mini elbisenizi topuklu ayakkabılarla tamamlayarak muhteşem gözükebilirsiniz.

Biraz önce tercihinizi her zaman diz üstü elbiselerden yana kullanmanızı tavsiye ettim. Ama illa ki diz altı giymekte ısrar ediyorsanız, sizi bu konuda tek bir kişiye yönlendirebilirim: Eva Longoria. (Sanki arkadaşım da tavsiye ediyorum dfşklskşl) Kalem etek/elbiseleri öyle güzel taşıyor ki, bu konuda uzun boylulara ders bile verebilir. 

Şortlarınızı ister bir çılgınlık yapıp botlarla, çizmelerle; ister rengarenk Converselerle, ister topuklu ayakkabıyla beraber kullanın. Her türlü farklı bir hava elde edersiniz. Şort kadar bacakları güzel gösteren bir şey daha yok bence. Ayrıca tek renk giyinmenin boyu olduğundan daha uzun gösterdiğini söylemiş miydim?

Ayrıca;
  • Diz üstü çizmelerden kaçının, hatta kaçın.
  • Desenli pantolonlar, üstler giymemeye dikkat edin.
  • İspanyol paça pantolonları mümkün olduğunca giymeyin, giyerseniz de topuklu ayakkabı kullanın.
  • Topuklu ayakkabı güzeldir, bacak boyunu da uzun gösterir ama abartılı derecede yüksek topuklulardan uzak durun. Hem yürüme zorluğu var hem de hoş bir görüntü olmuyor.
  • Tulum giymeyiniz efendim. Özellikle de hafif kilolu kızlar tulum giydikleri zaman affedersiniz ama çok garip ve komik bir görüntü oluşuyor. Layıkıyla taşıyabilen kısa boylu kız sayısı çok az.
  • En önemlisi de boyunuzu kompleks haline getirmeyin. Kiloluysanız zayıflayın, kendinizi beğenmiyorsanız görünüşünüzde değişiklikler yapın ama boyunuzu daima sevin. Uzun boylu kızlar sizi ezmeye çalışıp size güldüklerinde siz de onlarla beraber gülün, sadece egolarını tatmin ediyorlar. Erkeklerin çoğu kısa boylu kızları şirin bulur, yeter ki temiz bakımlı ve güler yüzlü olun. Abartılı ve gösterişli gözükmeye ise çalışmayın.
Bunlar da benim önerilerimdi işte... Bir dahaki yazıda görüşürüz :)

18 Ocak 2013 Cuma

Ünlülerin Tarzı - Lady Gaga

Kıyafetlerinin ne derece güzel olduğu tartışılır ama stiliyle ve yaptıklarıyla yepyeni bir akım başlattığı kesin. Giyim tarzına büyük oranda tek başına mı karar veriyor bilmiyorum ama; saçından aksesuarlarına, elbiselerinden ayakkabılarına sayfalarca incelenmesi gereken bir isim Lady Gaga. Sevenleri onun farklılıklarını sevdi, sevmeyenler ise saygı duymasa da bir şekilde kabul etti. Bana kalırsa kariyeri her ne kadar inişe geçmiş olsa da - yani magazinciler tarafından öyle olduğu söylense de - bir şekilde o yine bir yolunu bulur ve tepeye tırmanır.

O Lady Gaga da olsa, neticede bir kadın. Ve yeryüzündeki her kadın gibi siyah rengin asaletine kapılıp gittiği zamanlar oluyor. Tabii o diğer kadınlar gibi siyah mini elbiselerle ya da uzun tuvaletlerle yetinmek yerine hep daha çılgınca, daha aykırı olana yöneliyor: derin yırtmaçlar, dekolte ve aşırı yüksek topuklu ayakkabılar. 


Kuzum partiden açılışlara, oradan ödül törenlerine koştururken ayağın ağrımıyor mu hiç? Kız sokakta dolanırken bile 23098402 cmlik topuklularla geziyor. Bir gün de soluklan, git evine bi eşofman çek altına, saçlarını tepeden topla elin yüzün açılsın, bi de masaj yaptır çok gergin görünüyorsun. Bu arada Gaga'nın güneş gözlüğü takıntısı var sanırım, her fotoğrafında güneş gözlüğü takıyor. Halbuki bana göre en güzel yeri gözleri.

Lady Gaga'nın o kadar çok ele alınması gereken kıyafeti var ki, bir sürü fotoğrafın içinden en güzel bulduklarımı seçip koyabiliyorum ancak. İşte hanımefendilikle çılgınlık arasında sıkışıp kaldığı zamanlardaki kıyafetleri... Bir kez daha görmüş olduk ki bu kız sürekli güneş gözlüğü takma ihtiyacı hissediyor.

Bu yazıyı yazmadan önce sürekli düşünüp durdum: Yahu bu Lady Gaga a.k.a. Stefani Joanne Angelina Germanotta (öhhh be İspanyol gibi 43093804454 isimli) hiç mi normal giyinmez? Örneğin bir Versace elbiseyi giyip hanım hanım etrafta dolaşmaz mı? Ya da ismini bile bilmediğim başka ünlü yabancı markaların en güzel kıyafetleri üzerindeyken havalı havalı salınmaz mı? Dolaşıyormuş, salınıyormuş demek ki.

Gaga'nın bu hallerini gördüğümde gözlerime inanamadım. Birkaç ufak değişiklik yapılsa neredeyse sıradan bir ünlü gibi gözükecek. Bence etten yapılmış kıyafetler giymesine, pençe gibi topuklu ayakkabılarla yürümeye çalışmasına hiç gerek yok. En güzel hali, işte bu hali. Zarif, kendinden emin ve hala biraz asi.


Ayrıyetten göstermek istediğim ve muhteşem bulduğum, Lady Gaga'nın Salvatore Ferragamo elbisesi. Bu elbiseyi Kim Kardashian ve birkaç ünlü daha giydi ama elbiseye kişiliğini en çok katan isim - bana göre - tabii ki Gaga. Ayakkabısından ojesine, çantasına, gözlüğüne kadar her şeyini elbisesiyle bir örnek yapmak bir tek onun kaldırabileceği bir şeydi zaten. O kalpli cici çorabını dahi çok sevdim, BAYILDIM.


Demiştim, elbisesinden aksesuarına kadar her şeyiyle ayrı ayrı incelenmesi gereken birisi Gaga. Bugüne kadar en çok konuşulduğu şeylerden biri tamamen etten oluşan kıyafetleri, ötekisiyse topuğu ön tarafında bulunan topuklu topuksuz ayakkabılardı. Bu ayakkabılar bazı kişilerce beğenilse de çoğu kişi tarafından kötü ve çirkin bulundu. Ben Lady Gaga'nın tercih ettiği modelleri beğenmiyorum fakat bu ayakkabının tatlı duran çeşitlerini de görmüştüm. O yüzden yorum yok.
Öteki ayakkabılarıysa her zamanki Gaga ayakkabıları; topuğu 15 cmden fazla olan, mutlaka değişik bir görünüşe sahip, insanın hem hayranlıkla hem de şaşkınlıkla incelediği ayakkabılar. Son resimdeki pembe ayakkabıyı hem renginden hem de Lady Gaga'nın böyle sıradan bir ayakkabı giydiğine inanamadığımdan koydum.

Saçlarıysa tamamen ayrı bir başlıkta incelenmesi gereken bir konu, çünkü Lady Gaga da saç rengini ve stilini sık sık değiştiren ünlülerden. Ben onun tarzının hakkındaki görüşlerimi dile getirdim, yorumlamak size kalmış :)

16 Ocak 2013 Çarşamba

Yalnız Değilsin # Anoreksiya Nervoza

Anoreksiya Nervoza, genellikle ufak kilo takıntılarıyla başlayıp zayıflıktan ölmeye kadar giden korkutucu bir serüvendir. Aynaya bakınca - ne kadar ince olursan ol - her yerinden fışkıran yağları görüp gözlerinin dolmasını engelleyememektir. Vücuduyla bir türlü barışamayan kişilerin başlarda öfke patlamaları yaşayıp patlayana kadar yemek yerken; sonra yediği en ufak şeylerin bile kalorisini hesaplayıp delicesine spor yapmalarına sebebiyet verendir. Anoreksiya nervoza, çoğu insan bilmese ve anlamasa yalnızlığın en umutsuz ve en çaresiz halidir. 

Ne olduğunu nereden mi biliyorum? Yo dostum hayır, internetten gördüğüm bilimsel açıklamalardan değil. Ansiklopedi ya da kitap benzeri şeylerden de değil. Bizzat yaşadığım ya da yaşayacak noktaya geldiğim için biliyorum. Aynaya bakıp kendimden tiksindiğim, yeni yıkandığı için dar gelen pantolonuma sığamayınca bir günde beş kilo aldığımı düşünüp ağlama krizleri geçirdiğim, sürekli etrafımdakilere "Sence zayıf mıyım?" diye sorup "Çok zayıfsın" cevabını alınca onların yalan söylediği, şişman olmam için uğraştıkları fikrine kendimi inandırdığım için biliyorum.

Tartıya çıkıp da normalin altına düşen her kilomda neredeyse psikopatça bir zevk duyduğum için biliyorum, fazladan yediğim her lokmanın benim için aynanın karşısında geçirilen ekstra bir yarım saat olmasından dolayı biliyorum, 34 beden ve 45 kilo olmama rağmen hala yediğim elmanın bile kalorisini hesapladığım için biliyorum.

Zor, çok zor. Kimse anlamıyor, kimse bilmiyor... Başlarda sadece zayıflama isteğiydi. Çünkü çok kiloluydum, kısa boyluydum ve kendimi iğrenç hissediyordum. Sürekli zayıflamaya çalıştığım ama en ufak bir üzüntümde, sinirimde yemeklere saldırdığım; patlayana, midem bulanana kadar yedikten sonra oturup gözyaşlarına boğulduğum iki seneden sonra iyice hırslandım ve tam 15 kilo verdim.

Çikolatayı kendime yasakladım, her gün kaslarım ağrıyana kadar sporlar yaptım, etrafımdaki herkese "Ben yemek yedim, tokum" deyip gün boyunca aç gezdim, diyet ürünlerle beslenip her yediğimin kalorisine baktım. Bana göre oldukça normal gelen ama şu an baktığımda tam bir takıntı olduğunu fark ettiğim bunca şeyin ardından zayıf denebilecek biri oldum.

Sonunda istediğim ideal kiloya kavuşmuştum. Artık bikinimi giyip istediğim gibi etrafta salınabiliyor ve kendimden tiksinmeden şort, elbise, etek giyebiliyordum. Etrafımdakiler fiziğime övgüler yağdırıyordu, aynaya artık vücudumdan nefret etmek için değil kendimi izlemek için bakıyordum.

Evet, başlarda her şey güzeldi ama sonra normal yeme düzenime kavuşunca içimdeki sinsi ses sürekli "Çok yeme, diyet yap, spor yap" diye fısıldamaya başladı. Onu susturmaya çalıştım ama gün içinde neredeyse hiçbir şey yemediğim halde kendimi yağlı hissediyordum. Yıkayınca daralan eski kot pantolonlarımdan biri bana olunca ağlamaktan çıldırmıştım. 50 kilo bana göre çok riskli bir kiloydu, iki kilo bile alsam şişman gibi oluyordum, iki kilo daha vermeye cesaretim yoktu.

Ama benim hesaplamadığım bir şey vardı. Ben diyet yapmamaya ama bir yandan da çok yememeye çalışırken; çok yedim zannedip her gün spor yaparken zaten kilo vermeye çalışan biriyle aynı şeyleri yapıyordum. Sonuç olarak etrafımda "Sen gene mi zayıfladın" diyen kimseye aldırmadan beş kilo daha verdim. Şimdi çok yiyorum, sürekli yiyorum ama kilo almıyorum. Ya da bana öyle geliyor. Son günlerde gene her aynaya baktığımda kendimi şişman hissetmeye başladığım için bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim. Belki benim gibi birileri vardır diye...

Böyle yazınca belki de küçük bir şeymiş gibi geliyor kulağa ama gerçekten çok korkunç. Yine her yediğimin kalorisini sayıyorum, yine abur cubur görünce bir yandan patlayana kadar yemek bir yandan da gidip kusmak istiyorum, yine herkese "Kilo mu aldım?" diye sormak istiyorum. Gerindiğimde bütün kemiklerim kıyafet üzerinden bile belli oluyor ama bana yetmiyor. Göbeğim varmış gibi, basenlerim çok genişmiş gibi, öyle olmadığını biliyorum ama bir yandan da elimi attığım her yerim çok yağlıymış gibi.

Anoreksiya Nervoza olmadım belki ama eğer kendimi tutamasaydım hala deli gibi spor yapıp zayıflıyor olurdum. En kötüsü de etrafımdaki kimseye söyleyememek, söylesem "Boşver, saçmalama" diyeceklerini bilmek.

Son olarak şu videoyla bitirmek istiyorum:


İlham Kaynağı # Lana Del Rey

Hüzünlü gözler, derin bakışlar ve umutsuz bir ses.
Kimden bahsettiğimi anladınız değil mi? Lana Del Rey.


1960'lardan fırlayıp da gelmiş gibi gözüken bu kadını, her şeyiyle seviyorum. Estetikleri olsun, sesinin üzerinde oynanması olsun, donuk yüz ifadesi ve soğuk tavırları olsun... Başkalarında eğreti ve çirkin durabilecek her şeyi muhteşem bir şekilde taşıyor ve kendine uyarlıyor. 
Hayranlık duyulası bir özelliği de, hep aynı sözleri kullanarak aynı türde şarkılar yapan yüzlerce, belki binlerce şarkıcının arasından bambaşka bir tarzla sıyrılarak özgün olmayı başarabilmesi.

O umutsuz, tamamen. Şarkılarını söylerken o melankolikliği ve hapsolmuşluğu seziyorsunuz. 
Bana kalırsa Lana'yı sevmekle sevmemek arası bir şey olamaz. Yani "eh arada bir iki şarkısını dinlerim" diyemezsiniz. Bir dinlemeye başlayınca ya nefret edip kapatırsınız, ya da tapıp bütün şarkılarını açarsınız. Genel olarak benim gibi zamanda yolculuk yapmayı sevenler ve eski dönemlerin o gizemli havasından hoşlananların favorisi olacaktır.

Onun sesini dinlerken ben de uçuyor gidiyorum, ta 1960'lara. Marilyn Monroe'yu JFK'nın doğum gününde şarkı söylerken en ön sıradan izliyorum sanki, Jim Morrison ile oturup karşılıklı kadeh tokuşturuyorum, son nefesini verirken Judy Garland'ın elini tutuyorum. Hiç gitmediğim yerlere gidip, çoktan bu dünyaya veda etmiş insanlarla konuşuyorum.


Ölümüne depresif, gerçek olamayacak kadar hüzünlü, şairane ve uçlarda yaşayan bu kadının makyajını sildiğimizde karşımıza herkes gibi sıradan biri olan Elizabeth "Lizzy" Grant çıkıyor. Aslında herkes gibi sıradan olduğu gene söylenemez... Lizzy Grant çok zengin bir ailenin kızıymış, domain yatırımcısı olan babası  Rob Grant ise başından beri kızının müziğe olan ilgisini desteklemiş.

Kill Kill isimli ilk EP'sinde pek de başarılı olamamış Lizzy Grant. Şarkıcılık denemesi yapan yüzlerce sıradan insan gibi ortadan kaybolmuş. Ama onu ilham kaynağı yapan şey, yılmadan müzik dünyasında istediği yeri alabilmek için hırsla çalışıp bunun için tamamen başka biri olmayı bile göze alması.

Bir sürü estetik ameliyat geçirmiş, tarzını yenilemiş ve öyle çıkmış insanların karşısına. İşte bundan sonra bu melodik isimli, derin sesli kadını herkes tanıyıp sevmeye başlamış. 

Elizabeth Grant, biraz ürkütücü biraz da hayranlık uyandırıcı bir şekilde Lana Del Rey'e dönüşmüş.


Pek çoğumuz onu Born to Die şarkısıyla tanıdık. Belki Youtube'da gördük, belki de müzik kanallarını zaplayıp dinleyecek bir şeyler ararken bizi ekrana kitleyen şarkı ve klip oldu bu. 

Bazen onun hakkında kötü şeyler söyleyenler oldu. "Estetik mucizesi" dediler, "Canlı söyleyemiyor" dediler, tarzına ve sözlerine laf ettiler. Fakat büyük bir çoğunluk bu hatunun "Bitse de gitsek" dermişçesine isteksiz şarkı söyleyişine ve şarkıyı söylerken etrafa yaydığı mutsuzlukla dinleyeni boğmasına bayıldı.

Belki çocuksu ve hareketli tınılara sahip binlerce şarkının arasından olgun ve nostaljik havasıyla sıyrıldığı içindir; kesinlikle müzikte yeni bir sayfa açtı Lana Del Rey.

Farklılık yaratmak isteyenler için, o bir ilham kaynağı :)

8 Ocak 2013 Salı

İlham Kaynağı # Demi Lovato

D E M E T R I A D E V O N N E L O V A T O


Okulda hep dışlandı ve nefret edildi, ona öyle zorbalık ettiler ki okuldan ayrılıp evde eğitim görmeye başladı. Altı yaşındayken Barney and Friends ile başlayan oyunculuk kariyeri; Prison Break, Just Jordan, As the Bell Rings gibi dizilerde aldığı küçük rollerden sonra Camp Rock serisi ile hızlı ve beklenmedik bir yükselişe geçti. 
Konserler, turlar, hayranların sevgisi... Her şey çılgıncaydı. Daha birkaç sene öncesine kadar herhangi bir Disney oyuncusu olan Demi Lovato birden herkes tarafından idol olarak gösterilmeye başlamıştı. Ani gelen şöhretin ve 'idol' olarak tanımlanmanın baskısına daha fazla dayanamayarak kendini partilere ve zararlı alışkanlıklara verdi. Bileklerini kesti, anoreksinin eşiğine kadar geldi, depresyona girdi. Kendini çok yalnız ve boşlukta hissediyordu, derken dansçılarından biriyle arasında çıkan tartışma sonrası kendisinin de isteğiyle rehabilitasyon merkezine girdi.

İşte onu ilham kaynağı yapan şey, buradan sonra başlıyor.
  • Demi yaşına göre cesur, güçlü ve olgun davrandı. Sorunlarından kaçıp daha derine batmak yerine zor da olsa üstüne üstüne yürüdü ve onlardan kurtulmak için çabaladı.
  •  Bütün dünyada neredeyse bir tabu haline gelen yeme bozuklukları, anoreksiya, bulimia gibi problemleri dürüstçe dile getirerek yasakları kırdı ve pek çok insana umut oldu.
  • Rehabilitasyonda 13 kilo aldı ve hayranlarına kusurlarıyla barışık olmayı öğreterek Hollywood-tarzı-aşırı-zayıf-kadın-profiline adeta meydan okudu.
  • En dibe batmış haldeyken müthiş bir enerji ve yeni bir görünümle geri döndü ve eskisinden bile popüler olarak hiçbir zaman 'son' diye bir şey olmadığını kanıtlamış oldu.

Demi rehabilitasyona girerken kırılgan, güçsüz ve hayattan bıkmış genç bir kızdı; çıktığındaysa toparlanmış, güçlü ve yaşama sevgilisiyle dolu genç bir kadın... 13 kilo almıştı, görünüşüyle ilgili endişeleri vardı, konserlerde hayranlarının onun başına gelenlere nasıl tepki vereceğini bilmiyordu ama ilk konserinde hayranların yoğun ilgi ve sevgisiyle, en önemlisi de desteğiyle karşılaşınca her şey yoluna girdi.

Kesik izleri hala duran bileklerinin üzerine Stay Strong dövmeleri yaptırdı ve bu söz onun sloganı haline geldi. Artık kimse onu Disney'den çıkma küçük kız olarak görmüyordu, o güçlü ve kırılmaz Demi Lovato'ydu. Cesurdu çünkü başına gelenleri hiç korkmadan basınla ve insanlarla paylaşmıştı. Onun hikayesi binlerce, on binlerce hatta yüz binlerce insana ilham vermiş ve pek çok hayat kurtarmıştı. Bu kadar insanın "Demi saved my life" demesinin bir sebebi var.

Onu tam bir ilham kaynağı olarak görüyorum ve onu hep seveceğim.
Çünkü o, benim de hayatımı kurtardı. :)


7 Ocak 2013 Pazartesi

Lana Del Rey # National Anthem



JFK Suikasti'ni hepiniz duymuşsunuzdur.
Klibinde bu trajik olayı adeta kısa film haline getirip bizlerin önüne sunuyor Lana.

Happy birthday to you
Happy birthday... To you
Happy birthday Mr President
Happy birthday to you...

Thanks Mr President,
For all the things you've done,
The battles you've won
The way you deal with US Steel
And our problems by the ton
We thank you, so much
Everybody, happy birthday!


Klip boyunca onu iki farklı kişi olarak görüyoruz. Başlangıçta meşhur Happy Birthday Mr. President şarkısını seslendiren Marilyn Monroe'yu canlandırarak o güne yeniden götürüyor bizi. Bildiğiniz gibi Marilyn, John F'nin kısa süreli metreslerinden biriydi ve başkanın doğum gününde şarkı söylemek üzere davet edilmişti. 35. ABD başkanı John F. Kennedy rolünde ise zenci bir rapçi olan ASAP var. 
Burada ırkçılığa gönderme yapılmış ki çok hoş bir ayrıntı olmuş.

Bu sahnenin ardından Lana, bu sefer de first lady olan Jackie O Kennedy'liğe soyunuyor. Kendini bütünleştirdiği kişiler seks sembolü olan bir metres ve tüm dünyada zarifliğiyle tanınan resmi bir first lady; bürünmek için bu kadar zıt iki kişiliği seçmesi onun ne kadar uçlarda yaşadığının bir göstergesi.


O ve John Kennedy'nin mutlu ailesine ait görüntüler izliyoruz. Jackie ve John tam da o yılların gösterişine yaraşır bir şekilde en güzel parti elbiselerini giyip eğlenceden eğlenceye koşuyorlar, etrafa para ve neşe saçıyorlar, tek vücut olup dans ediyorlar, çılgınlar gibi eğleniyorlar.
Lana'nın da dediği gibi; "So put on mascara, and your party dress."
Her şey çok güzel gidiyor. Çocuklarıyla birlikte kumsala ve pikniğe gitmeleri, kutlanan doğum günleri, baş başa çıktıkları romantik geziler... Aileye tam bir huzur hakim. En önemlisi de, birbirlerine hep büyük bir aşkla bakıyorlar. Jackie hep çok fedakar ve John onu aldatsa da huzur bulduğu tek yer kocasının kolları. Onu hep affediyor.

Ardından o büyük gün geliyor, suikastin gerçekleştiği gün... İnsanlar, üstü açık bir arabayla kalabalığın ortasından geçen başkanı ve first lady Jackie'yi coşkuyla selamlıyor. Siyahi, beyaz demeden herkes onları seviyor ve saygı duyuyor. John Kennedy, karısının kucağına elini koyuyor. Sevgi dolu... Bu esnada Jackie O Kennedy'nin kocası hakkındaki mektubunu seslendiriyor Lana Del Rey: 

"Hatırlıyorum da, onunla ilk tanıştığımda benim için uygun olan tek kişinin o olduğu çok açıktı. İkimiz de bunu biliyorduk. Ve seneler ilerledikçe her şey daha da zorlaştı, bir sürü engelle karşılaştık. Ona kalması için yalvardım, başlangıçta sahip olduğumu şeyi hatırlamaya çalıştım. Karizmatikti, çekiciydi, heyecan vericiydi ve herkes onu tanıyordu. Bir ortama girdiğinde her kadın yüzünü ona çevirirdi, herkes onla konuşmak için ayağa kalkardı. O tüm bunların karışımı olan ve kendini zaptedememiş bir adamdı. Her zaman onun iyi bir insan olmakla, hayatın onun kadar muhteşem bir adama sunabileceği tüm fırsatları kaçırmamak ikileminde kaldığını hissettim. Ve bu açıdan düşündüğümde onu anladım... Ve onu sevdim, onu sevdim, onu sevdim, onu sevdim... Ve onu hala seviyorum, onu seviyorum..."

Bir silah sesi duyuyoruz. Geçmişe, baba John Kennedy'nin çocuklarıyla ve karısıyla geçirdiği güzel günlere dair parça parça görüntüler izliyoruz ve bu görüntüler gitgide bulanıklaşıyor. Jackie arabada ayağa kalkıp arka tarafa doğru emekliyor.
Kim bilir, belki de kocasının kafasından kopan bir parçayı almak için...




4 Ocak 2013 Cuma

Uyuz Oluyorum # Son Dönem Vampirleri

Son dönemde bütün genç kızlarda hayranlık uyandıran romantik vampirlere uyuz oluyorum.
Ben buna kısaca Ilık Vampir Akımı dedim.

Yahu bunların hepsinin özellikleri aynı. O kadar insan sevgisiyle dolular ki vejeteryan takılıp "bnce insn knı içmk çk ktü bşy.s" triplerine giriyorlar. Özel güçleri, olağanüstü yetenekleri, daş gibi fizikleri olmasına rağmen gidip mal mal marifetleri olan uyuz insan kızlara aşık oluyorlar. Mesela Edward sırf düşüncelerini okuyamadığı için gitti Bella'ya aşık oldu. Stefan eski manitasına benziyor diye aşık oldu. Bill de kanının tadı farklı diye aşık oldu. Halbusi yanlarına müthiş güzellikte yırtıcı bir vampir alsalar süper olmaz mıydı? Şahsen ben vampir olsam gidip ezik insanın tekine aşık olmam, zaten yaşlanacak derisi buruşacak saçları dökülecek nihahah ezik insanoğlu. (Direk vampir havalarına girdim yalnız) 

Düşünsene elli sene sonraki diyaloğu:

Süper Karizmatik Vampir Olan Ben: Aşkım bu gece dışarı çıkıp eğlenelim mi?
70'ine Merdiven Dayamış Ezik İnsan Sevgilim: Duyamadım bir daha söyle????
Süper Karizmatik Vampir Olan Ben: Diyorum ki GECE DIŞARI ÇIKIP EĞLENELİM Mİ?
70'ine Merdiven Dayamış Ezik İnsan Sevgilim: Ne, neden tezeği dışarı çıkarıp eğelim ki?
Uzun uğraşlar sonucu 70'ine Merdiven Dayamış Ezik İnsan Sevgilim'e ne istediğimi anlatırım.
70'ine Merdiven Dayamış Ezik İnsan Sevgilim: Heeee ama benim romatizmam tuttu gene, odaya taşısana bi beni bacaklarım çok ağrıyor oyyy belim oyyy başım.....



Vampirleri, vampirlerin popüler kültürdeki yerini falan çok severim ama yok Edward'mış yok Stefan'mış yok Bill'miş... Hele o Edward yok mu o Edward. Püü Allah cezanı Edward. Güneşte peynir gibi derisinin bir pırlanta gibi parıl parıl parlamasından tut (parıl parıl parlamak?!) sevdiği kız elin yakışıklı kurt adamıyla öpüştükten sonra hala onun için sümüklü romantiklikler yapmasına kadar her şeyi tırt. Ben Bella olsam gider Jacob'ı tercih ederdim bi' kere. Hem sıcak, hem kaslı hem de daha erkeksi. Edward gibi narin bir çiçek edasında salım salım salınmıyor. (Salım salım salınmak?!) 

Edward: Jacob tek nefeste sönüverecek bir çiçek, peki ya Edward?
Bella: Yalvarırım bırak o kazığı...

Stefan konusunda diyecek pek bir şeyim yok ama o da Edward'ın dizi modeli olduğu için ona da uyuz oluyorum. Arkadaşım siz vampirsiniz, mutteşem harika mikemmel özellikleriniz var. En basitinden Usain Bolt'tan bile daha hızlı koşuyorsunuz. USAIN BOLT DİYOM BAK DÜNYANIN EN HIZLI ADAMI. Ne diye gidip hayvanlarla besleniyorsun? İnsan değil hayvan kanı içince çok mu iyi bir şey yapmış oluyorsun? Hayvanlar insanlardan çok daha masum canlılar. Al işte, o kadar hayvanı öldürdün. Bir çok türün nesli senin yüzünden tükendi Stefan. Vicdan azabından Edvırt gibi kendini güneşlere at inşallah.

Bill, en çok sana uyuz oluyorum Bill. Seni gördüğüm yerde boğmak istiyorum Bill. Neden bu kadar uyuz oluyorum, hadi bil. (Kelime oyunu yaptım çaktınız mı??????) Senin o Sookie'ye "so-kehhh" diyen ağzının ortasına bir tane geçiresim var. İlk 5 sezon kadar takip etmiştim seni ama bayadır izlemiyorum, noldu en son başkan falan olmuştun, dı otoriti falan olaylarınız vardı. Eric verdi mi gene ağzının payını? Kıyamam. Neyse. Gittin dizinin en çirkin, en sevimsiz kızına aşık oldun. Hadi sana tamam. Eğer sen bu satırları okurken Kütür Kütür Erik yanındaysa ona ilet: ERIC SEN MAL MISIN ELİN SOKKEH İSİMLİ KIZINA AŞIK OLUYORSUN, TANRI GİBİ HERİFSİN GİDİP AFRODİT GİBİ KADIN BULSANA KENDİNE?



Neyse, en uyuz olduğum üç vampir bunlardı. Ben taş çatlasa beşinci sınıfa giderken Cnbc-e'de Buffy the Vampire Slayers'ın tekrarlarını izleye izleye büyüdüm, böyle yumuşak romantik vampirleri yadırgıyorum. Kafamda kurduğum vampir modeli hep Spike gibi karizmatik, aşıkken bile kötü, dengesizce tavırları olan vampir. Damon bile kesmiyor beni yani, böyle vıcık vıcık aşkları sevmiyorum.

Bir de Kont Dracula reyiz var tabii, unutulmaz.

Bafi'yi yad ederek yazıyı bitirirken; yine size hayatınızın hiçbir yerinde hiçbir şey kazandırmayacak bir yazıyı okuduğunuz için teşekkür ederim. Bu yazıdan çıkarılacak iki tane mesaj var aslında.

- Vampir olursanız sakın tırt insan ırkından birine aşık olmayın.
- Canınız sıkılınca benim gibi oturup böyle saçma şeyler yazmayın, ibret olsun.

Olmayan okuyucularım, bir dahaki yazıda görüşmek üzere.

3 Ocak 2013 Perşembe

Ünlülerin Tarzı - Miley Cyrus

Çoğu insan onu ergenlik döneminde yaptığı bir takım hatalardan dolayı sevmiyor ama ben sadece ergenlik dönemini çok göz önünde geçirdiği için psikolojisi bozulmuş biri olarak görüyorum Miley'yi. Ünlü olmak yeterince zorken, çocuk-ünlü olmak kat kat daha zor. Düşünsenize her gün her adımınızı fotoğraflayan, en küçük bir yanlışınızı bile büyütüp manşetlere sığdıran, sürekli sizi eleştiren bir magazin ordusu var peşinizde. Ben olsam çıldırırım. Her neyse... Eskinin Hannah Montana'sı, artık 20 yaşında genç bir kadın ve ilk çıkmış olduğu zamanlardaki cici kız imajından sıyrılalı çok oldu. 

Miley'nin aslında belirli bir çizgisi var. Bir kıyafete bakarak "Evet, bu tam Miley tarzı" diyebilirsiniz yani. En çok kullandığı şeylerin başındaysa denim geliyor. Gerek şort olsun gerek pantolon, Miley günlük hayatta denimden hiç vazgeçmiyor. Özellikle skinny-jeans diye tabir edilen dar kotlar, çıtı pıtı bir genç kız olduğu için vücuduna gerçekten çok yakışıyor.


Kot şortlarını çoğunlukla botlarla, bazen de Converse ile kullanıyor. Uzun ve ince bacaklara sahip olduğu için bu şortları da çok iyi taşıyor. Görüntüsünü bol tişörtler ve büyük bir çantayla tamamlıyor.


Miley her zaman rahat ve salaş görünüyor. Ayrıca boynundaki kolyenin özel bir anlamı olup olmadığını merak ediyorum, aşağıdaki dört resim dahil pek çok resimde bu kolyeyi gördüm. İkinci resimdeki botları da sık sık kullandığı şeyler arasında. Miley'nin bir giydiğimi bir daha giymem tarzı bir kaprisi yok yani. 


Soğuk havalarda da kısa şortlardan vazgeçmiyor ve bu şortları siyah opak çoraplarla kombin ediyor. (Kombin etmek nedir ya, bu ne kadar saçma bi' kelime. Gözün kör olsun Bugün Ne Giysem) Siz de Miley gibi zayıf olmak istiyorsanız onun yaptığını yapmanız yeterli: Yürüyün. Kız maşallah bütün fotoğraflarında bir yerlere yürüyor. Neden bu kadar ince olduğuna şaşmamak gerek.

Bu da Miley'nin kırmızı halı tarzı. Aslında onun kırmızı halı kıyafetlerini pek beğenmediğimi söylemem gerekir, günlük hayatında salaş ve umursamaz bir tarza sahip olmasına karşın kırmızı halıda - özellikle tuvalet giydiği zaman - yaşından çok daha olgun ve uyumsuz bir görüntü sergilediğini düşünüyorum. Ve ister istemez kısa, sarı, yukarı kaldırılmış saçlarıyla Pinkvari görünüyor. Son resim (resim-fotoğraf sorunsalı) biraz eski yıllardan kalmış olsa da mini elbisesine bayıldığım için koymak istedim. Bence Selena Gomez'in Teen Choice Awards'ta giydiği elbiseyi andırıyor.


Miley Cyrus'ın tarzı işte böyleydi. :)

Hakkımda

Gevezelik yapmak için doğmuş olan, eski filmleri izlemekten hoşlanan ve Lana Del Rey'e bayılan kedicik.